Küçük Ayasofya’dan dünyaya açılan pencere

‘Batı kırmızıyı öyle bir kullanıyor ki kendinizi mezbahana de sanırsınız’ diyen Ressam Cemal Toy, sanat aşkını ve İstanbul’u anlattı.

Fahri Sarrafoğlu’nun röportajı

Ressam Cemal Toy, yıllardır Küçük Ayasofya’nın  avlusundan dünyaya dostluk mesajı gönderiyor. Küçük Ayasofya Camiine  gittiyseniz eğer, Küçük Ayasofya Külliyesinde uzun yıllar sessiz sedasız bir ressam çalışıyor. Cemal Toy, elinde fırça, tuvale bir şeyler çizer; etrafında meraklı bakışlarla onu izleyen turistlerden hiç etkilenmeden çizmesine devam eder. Bazen bir Mevlevi çizer, bazen bir cami, bazen bir başka İstanbul silueti. Ama o hep çizer. Yıllardır Küçük Ayasofyayı bırakmadan, her Cumartesi-Pazar gelir, adeta bir ibadet vecdi ile çizmeye devam eder. İşte biz de ressam Cemal Toy ile sizin için kısa bir röportaj yaptık.

Uçağa kaçırma riskine rağmen sanat aşkı

Bugüne kadar sizi etkileyen bir hatıranızı anlatarak sohbete başlayabilir miyiz?

Küçük Ayasofya Camii ne birçok turist geliyor ama gelen bu turistler sanata ilgileri sebebiyle diğerlerinden ayrılıyor. Çünkü Küçük Ayasofya Bizans in en önemli eserlerinden birisidir. Bu güzel eseri görmeye gelen ziyaretçiler benim atölyeme de uğramaktadır. Bir keresinde bir Fransız atölyemden bir resim satın aldı. Fakat uçağının kalkışına da az bir sure kalmıştı, uçağını kaçırma riskine rağmen resmi paketlemeyi beklemişti. O Fransız’ın sanata olan ilgisi beni çok etkilemişti. Ayni turist yanında arkadaşıyla ertesi sene tekrar geldi ve arkadaşı da başka bir resim satın aldı. Nefes nefese kalarak uçağa nasıl yetiştiğini onun ağzından tekrar dinlemiştim.

Kendinizi kendi dilinizden tanıtır mısınız?
Bu çok zor bir soru. Herhalde insanin kendisini anlatması pek mümkün; olmaz. Fakat 25 yıldır resim yapan biri olarak pek çok sanatseverle var olan diyaloglarım ve insanların tepkileri neticesinde iyimser, dingin, pozitif düşünen, barisci, derin renkler kullanan, caliskan, diyaloga acik, araştıran, bulus yapan, pratik çözümler üreten, lider, hossohbet ve paylaşımcı biri olduğum söyleniyor.

Pek, sanata olan ilginiz çocukluğunuzdan mı geliyor? Neden resim?
Elbette bütün sanatsal yetenekler çocuklukta kendini gösterir. Çocukluğumda babam Almanya’da hastanede yatarken oradaki hastanede pek çok resim vardı onların hepsini tek tek günlerce incelemiştim. Bir de lisede yatılı okulda okumuştum, bütün arkadaşlarımın resim ödevlerini ben yapardım. Resim hocam da güzel sanatlar okumam için beni cesaretlendirmiştir.

İstanbul olmazsa olmaz ana tema

Eserlerinizde en çok dikkat ettiğiniz nedir?

Eserlerimde daha çok İstanbul temasını işliyorum. Üç büyük medeniyete beşiklik eden bu şehrin geçmişten günümüze olan kültürel mirasını eserlerimde yaşatmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de geleneksel sanatlarımızla modern resmin bir sentezini uygulamaktayım.

Ardınızdan sizi takip edecek, sanatınızı yaşatacak yetiştirdiğiniz bir öğrenci grubunuz var mı?

Tabi; pek çok öğrencim oldu ve onların çoğu artik profesyonel sergiler açmaktalar. Hatta bazıları üniversitede asistan, bazilari gazetelerde grafikerlik yapıyor, bazılarıysa resim öğretmenliği yapmakta, bazi öğrencilerimleyse halen atölyemde resim çalışmaları yapmaktayım.

İlhami Atalay’dan çok etkilendim

Sizi en çok etkileyen sanatçı kimdir?
Sadece bir tek sanatçıdan etkilendiğimi söylemek gerçekten zordur. Fakat benim için özel olanları belirtmem gerekirse Paul Klee, W.Kandinsky, Henry Matisse, Picasso, Miro gibi ressamları söyleyebilirim. Tüm bunların yanında üzerimde çok bucuk emeği olan ve sanatsal yaşamımda büyük katkıları olan İlhami Atalay Hocamı da özellikle belirtmeliyim. Onunla yaklaşık on yıllık süreçte beraber çalışmalarımız oldu ve onun bana olan telkinleriyle de kişisel atölyemi açtım.

Yine yeni nesil yetişecek ya da yetiştirdiğiniz gençlerin sanatta nelere dikkat etmelerini istersiniz?
Bütün öğrencilerime ve sanatla ilgilenen gençlere tavsiyem söyle; ben oldum, ustalastim diyerek yeniliklere kendilerini kapatmamalılar. Cünkü ustalık yeni şeyler öğrenmeye acık olmak demektir. Bizler bazen bir çocuktan bazen de hiç ummadığımız bir kişiden de hiç beklemediğimiz yorumları edinebiliriz. Burada bahsetmeye çalıştığım asil şeyse mütevazılıği elden bırakmamaktır.

Batı kırmızıyı öyle bir kullanıyor ki kendinizi mezbahana de sanırsınız

Sanat ve maneviyat el ele midir? Yani maneviyata sanatı nasıl birleştiriyorsunuz… Yani bir Ayasofya çizerken bir cami çizerken sizi sevk eden o duygu nedir?

Elbette; İnsan evrende kapladığı yeri hep sorgular. Bu sorulara bazen sanat bazen maneviyatla cevap bulur. Butun kadim uygarlıkların ürettikleri sanat eserlerinde maneviyat ya da inanç başat öğe olarak karsımıza çıkar.

Yaptığım resimlere bakarak yorum yapan pek çok yerli ve yabancı izleyici“sizin resimlerinizde farklı olan bir şey var“ yorumunu yapmaktalar. Pek çok soyut resmimdeki renklere bakarak bazen “deep blue“,kırmızılara bakarak sevgi ve muhabbeti görmekteler. Aslolan renktir. Kainattaki bütün renkler bizim kullanma niyet ve yöntemimize göre kendine has anlamlar kazanır. Batili bir ressam kırmızıyı öyle bir kullanıyor ki adeta kendinizi mezbahane de sanırsınız. Ayni kırmızıyı bir halıda kullanan ustanın dünyasını yansıtması bakımından o renk insana sevgi ve muhabbeti çağrıştırır. Dolayısıyla inanç ya da insanin iç dünyasında var olanlar onun yapıp ettiklerine yansımaktadırlar. Bu acıdan bakarak Ayasofyanın veya bir caminin resmini yaparken oradaki ruhaniyet ister istemez insani etkilemektedir. Bu anlamda beni en çok etkileyen şehirler çok kültürlü dinlerin bir arada yasadığı şehirlerden İstanbul, Mardin, Hatay, Kudüs gibi tarihi mekanlardır.

Yorum yapın