ÜNSAL ÜNLÜ’YE SORDUK!

 

Şairlik bir meslek mi?
Okur Kitaplığı’ndan ‘Savaşlar Kararında’ isimli şiir kitabı yayınlanan Ünsal Ünlü ile şiir ve şairlerin halleri üzerine bir söyleşi…
Sizce Osmanlı’dan günümüze ne değişti? Yani şairler korunup kollanırken, sanatçı gözüyle bakılırken günümüzde şairlik bir meslek değil hobi olarak görünüyor. Neden?

17003

Kısmen de olsa Osmanlı’da şairliğin müesses bir karşılığı vardı, diyebiliriz. Yani, şair devlet otoritesi tarafından kısmen teşvik ediliyordu. Şairlerin zaman zaman padişahlar için kasideler yazması ve bunun karşılığında ödüllendiriliyor olmaları, Osmanlı padişahlarının birçoğunun şiir üzerine eğitim almaları ve birçoğunun da şair olması ve hatta bazı padişahlarının divanlarının olması bu teşvik ve desteğin boyutlarını anlamak için yeterli bilgi veriyor bize. Ancak o dönemde de şairliğin tek başına bir meslek olarak telakki edilemeyeceği kanaatindeyim. Zaten şairlerin yazdıkları kasideler karşılığında her zaman ödüllendirilmediği; ödüllendirilse bile şairi geçindirebilecek kadar bir para olduğunu sanmıyorum. Zaman zaman ödül olarak verilenleri ise bugünkü şiir ödülleri ile kıyaslayabiliriz belki.

Yani diyorsunuz ki şairlik bir meslek değildi, hiçbir zaman da olmadı?

Mesela, Osmanlı’nın son aydınlarından büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy İstiklâl Marşı’nı ödül verilmemesi şartıyla yazmıştır. Osmanlı döneminde de, şimdilerde de şairlik asıl mesleğin dışında emek verilen bir uğraştı. Padişah ama şair, baytar ama şair, muallim ama şair, memur ama şair… Günümüzde de değişen pek fazla bir şey yok; doktor ama şair, öğretmen ama şair, mütercim ama şair, mühendis ama şair… Liste uzar gider.

Şiir hayatî bir şeydir aslında. Hayatın her zaman başköşesine kurulur ve şairi sürekli teyakkuz halinde tutar. Böyle de olmak zorundadır; çünkü şairlik bir meslek olarak algılandığı anda şiir biter. Dileyen şiirini yazsın, ama şiir yetenek ve emek ister. Edebiyat karın doyurmaz; şiir aç bırakır. Ancak şiir şairin hayatının merkezindedir; onsuz bir hayat düşünemez. Bazen karşılıksız aşk gibidir şiir. Bedeli hayatın kendisidir. Onun içindir ki, şiirde uzun yıllar var kalabilen şair çok azdır. “Hayatını verip, şiirini alan” şair azdır bizde.

Eskiden ne güzel halk şairlerimiz vardı; teknoloji geldi ve halk şairliği kalktı mı? Mesela, ne güzel atışmalar olurdu, ‘lebdeğmez’ denen atışmalar yapılırdı, ağza iğne konarak yapılan… Ve halkımız hem radyo hem televizyon başında bunları dinlerdi ve seyrederdi. Yani sözüm şairlere de biraz, acaba şairler de mi içine kapandı?

Toplumların sözlü kültürden yazılı kültüre geçişinin tarihi yenidir. Bizde ise daha da yenidir. Yazılı kültür yüzyıllardır elit kesimin kültürü durumundadır. Yazılı kültürün halkla teması okur-yazarlık oranıyla paralel olmasa da artarak devam etmiştir. Özellikle ülkemizde 90’lardan itibaren başlayan ve 2000’lerde artarak devam eden teknoloji kullanımıyla birlikte görüntülü kültüre bulaşmış olduk. İnternetin yaygınlaşmasıyla da toplum olarak hepsini bir arada sindirmek durumunda kaldık. Hal böyle olunca, hızlı bir değişimin şaşırtıcı sonuçlarıyla karşı karşıya kaldık. Daha ne olup bittiğini bile anlamadan, anlamlandıramadan yaşadığımız bu değişim karşısında sık sık geriye dönüp bakma ihtiyacı hissettik doğal olarak.

Dünya hızlı değişti de şairler mi buna ayak uyduramadı sizce? Ya da başka sebebi mi var?

Çünkü henüz alışamadık. Evet, seksen öncesini, seksenleri, doksanları ve iki binleri yaşayan şairlerin hayata ve şiire bakışlarında önemli farklar oluştu. Bu kadar hızlı bir değişim sürecinde her dönemde farklı şiirler yazıldı. İçine kapanan şairler olduğu gibi dışarıya fazla dönük şairler de çıktı. Yine de, sözünü ettiğiniz âşıklık geleneği sözlü kültürden beslenmeye devam ediyor bir taraftan. Ancak şiir, söylenen de olsa daha çok yazılı kültür alanından beslenmeye devam ediyor. Son zamanlarda ortaya çıkan ‘görsel şiir’ ise sözünü ettiğimiz teknolojinin yan etkileri olarak değerlendirilebilir belki.

Türk şiiri modern şiir bağlamında bir evrilmeye başladığından beri doğal olarak modern şiirin tüm etkileriyle birlikte şekillenmeye başladı. Yine şairlerimiz kendi şiir birikimine sahip çıkmaya devam etti. Modern şiir yazanlarımız şiir konuştuklarında Yûnus Emre ile başladılar sözlerine mesela. Bu da önemli ve temel bir ayrıntıdır bana göre. Şiirimiz tüm birikim ve sentezleriyle kendi mecrasında akıyor bence.

 

Şair okulu olur mu, desem ne dersiniz? Yani sen şair olacaksın, sen yazar olacaksın denmez elbette ama okullarda kişilerin bu yeteneklerini ortaya çıkarıcı ne gibi destekler verilmeli sizce?

Şiirin ne olduğuna dair bilgiye her zaman ihtiyaç var. Bu ihtiyacı bir eğitim kurumundan alacağınız eğitimle karşılayabileceğiniz gibi özel çabalarla da karşılayabilirsiniz. Şiire yeteneğiniz varsa bunu ortaya çıkaracak ortamlar olarak da görebilirsiniz buraları. Bir usta-çırak ilişkisi içerisinde de olabilir tüm bunlar. Çoğunlukla da böyle olmuştur. İlla ki böyle olacak diye de bir kural yok. Kendi kendini var eden şairler de yok denecek kadar azdır; ama onlar da şiirin içine gökten düşmediler elbette. Şair okulu bağlamında görece olarak edebiyat dergilerini adres gösterebiliriz.

Edebiyat dergileri, edebiyat sitelerini de mi okul gibi değerlendirebiliriz?

Dergiler günümüzde bazı yönlerden sorunlu yapılar ve ortamlar olarak var olsalar bile şairler için iyi bir yetişme platformu olduğu gerçeğini değiştirmez bence. Editoryal özellikte olan tüm edebî platformlar genç şairler için iyi birer okuldur. Bu platformları geleceğe taşımak şiire ve edebiyata önem veren herkesin sorumluluğudur. Şiirin bittiği bir ülkeden kültür adına iyi şeyler beklemek abestir. Şiire ve şaire destek hem dergilere, hem de şiir kitaplarına gösterilen ilgi kadardır bizde. Özellikle sayıları her geçen zaman azalan dergilere ve şiir kitabı dosyalarını bastırmak için yayınevi bulmakta zorlanan şairlere bir de bu gözle bakılıp destek verilebilir. Elbette hakkını verenlere…

 

 

Şair olup da –sanırım- İstanbul’la ilgili şiir yazmayan yoktur, nedir sizce İstanbul’un cazibesi?

Evet, İstanbul. Yüzyılların aşkının büyük sembolüdür İstanbul. Kıskanç âşıkların gözdesidir İstanbul. Anadolu’nun koynundan uğrunda ölecek nice kahramanlar çıkan şehir. Şaire ise bu şehre ya uzaktan âşık olmak ya da içinde boğulmak kalır. Asıl cazibesini birçok şeyden alır İstanbul. Bunların başında insanın öncesine (tarih) ve sonrasına (gelecek) ve de anına (şimdi) dair bir insanî yoğrulmuşluğunun temeli üzerinde Osmanlı’nın bu şehri İslam’ın referanslarıyla yeniden inşâ etmiş olması da bu cazibenin en önemli kaynağıdır bana göre. İstanbul’un siluetini de bu inşâ edilmişlik belirler nitekim. Daha ötesini düşünmeye dahi fırsat vermeyen mükemmel bir mimarî anlayışla inşâ edilmiş devasa bir şehir İstanbul.

Eski İstanbul ilham veriyordu. Acaba gökdelenli İstanbul da yine ilham veriyor mu şairlerimize?

Evet, maalesef şimdilerde İstanbul’da çok katlı büyük gökdelenleri çoğaltıp yeni bir imaj oluşturulmaya çalışılmakta. O gökdelenleri getirip selâtin camilerin yerine dikmedikleri sürece bu imaj elbette oluşmayacaktır. Ama her ne yapılırsa yapılsın bu çabaların nafile çabalar olarak kalmasını diliyorum. Şairi boğan tarafı bu olsa gerektir; modern olan her şey bu şehirde kolaylıkla zorbalaşabiliyor. Zaten şehir, başlı başına modernlikle iç içe geçmiş bir olgudur aynı zamanda. Bu anlamda bir tür “kaosa temayülü olan kompleks bir yapılanma”dır şehir. Şimdilerde ve gelecekte muhtemelen şehrin insanının bu boğulmalarının şiirini daha çok göreceğiz şairlerin şiirlerinde. Bu bir umutsuzluk yaklaşımı değil elbette; belki, umut etmenin şiirini arzu etmektir.

Genç şairlere özel tavsiyeleriniz nelerdir?

Çok şiir okumalarını ve az yazmalarını; az yazmayı başaramıyorlarsa en azından az yayınlamalarını öncelikli olarak tavsiye ederim. Takip etmedikleri ve okumadıkları dergilere yayınlanması için şiirlerini göndermemelerini tavsiye ederim; bunu yaptıklarında durdukları yerin bilincinde olacaklardır. Kendilik ve şiir bilincine ulaşmaları için durdukları ve baktıkları yeri iyi görmelidirler. Dergiler şiirin kalbinin attığı yer olma vasfını koruyor bence. Genç şairlerin mutlaka dergileri takip etmelerini tavsiye ediyorum. Şair eleştirmen olmak zorunda değildir; ancak, şairin eleştirel bilince sahip olması ise ayrıca güzeldir. Ustaları göklere çıkarma aceleciliğine düşmemelerini ancak haddini bilme sorumluluğunu da unutmamalarını özellikle tavsiye ediyorum. Özgüven sahibi özgür şairlerin şiiri özgündür ancak, özgüven birden oluşmaz; öncelikle güvenmek gerekir. Etrafınıza güven duyarsanız, özgüveniniz sizi gelip bulacaktır.

Fahri Sarrafoğlu konuştu/Bu yazı www.dunyabizim.com sitesinde yayınlanmıştır

Yorum yapın