MİÇOLUKTAN PATRONLUĞA

İthal ütüye hayır dedi ve imal etti!

Örnek bir başarı hikayesi. Mustafa Alkan eğer “ısrar etmeseydi” şimdi ihracatçı değil gemici olacaktı..
İlkokulu köyünde tamamlayan Mustafa Alkan Bey, ortaokula devam etmek ister ama bunun için 8 kilometre ötedeki ilçeye yürümesi gerekmektedir. Bir arkadaşıyla beraber her gün bu yolculuğu göze alarak okula devam eder. Ancak aralık ayı geldiğinde hevesi kursağında kalır. Kar yağışı yolu kapatmış ve genç Mustafa’nın okuma hayalini suya düşürmüştür. İlkbahar geldiğinde babası onu bir gemiye miço (çırak) olarak verir. Sonuçta bir gemide miçoluğa başlar. Henüz 12 yaşındadır ve görevi çalışanların hizmetini görmektir.

Fakat gönlünde yatan aslan, sanatkâr olmak ve üretmektir. Bu sebeple çalıştığı gemi İstanbul’a geldiğinde orada işten ayrılır ve Küçükpazar’da bir bekâr odasına yerleşir. …Evet, başarı hikâyesi işte bundan sonra başlar… İlk yerli ütüyü 1971 yılında üreten Malkan Makine, konfeksiyon, kuru-temizleme sektörü ile çamaşırhanelere ürettiği ürünleri 76 ülkeye ihraç ediyor.

Firma adeta bu özelliği ile adeta 76 ülkenin kıyafetlerini ütülüyor. Yeni bir fabrika yatırımına da hazırlanan firma, Ar-Ge’ye verdiği önem sayesinde, ürün çeşidini de 350’nin üstüne çıkardı. 20’yi aşkın yurtdışı bayisi bulunan firma, sektördeki gelişimini Alman bir firma ile ortaklık kurarak güçlendirmeyi planlıyor. İsterseniz devamını Mustafa Bey’den dinleyelim.

İstanbul’a geldikten sonra hemen ütü işine girmediniz sanırım, gelişmeler nasıl oldu?

Perşembe pazarında bir tornacıda işe başladım. Çok iyi bir ustanın yanında işe başlamıştım. Hâlâ onu rahmetle anıyorum ve “Bana hem sanat hem güzel ahlâk öğretti.” Askerlik dönüşü Dolapdere’de bir tornacının yanında işe başladım… Bir gün ustamla iş için gittiğimiz Beyoğlu’ndaki kuru temizlemeci, kullandığı el ütüsünü gösterir ve “Bunlar hep ithal geliyor, siz neden üretmiyorsunuz?” der. O yıllar 1970’li yılların ortasıydı ve Türkiye’deki sanayileşme henüz emekleme aşamasındaydı… Arızalı ütüyü inceledim ve üretebileceğimize kanaat getirince Perşembe pazarında küçük bir dükkân kiraladım.  Uzun uğraşlar sonunda orada ütüden 5 adet imal ettik.
Hatta o sırada Türkiye’de olmayan parçaları da ürettik.  İlk ürünlerimi kuru temizlemecilere sattık ve çok olumlu tepkiler aldık… Siparişler artınca 100 adet yapmak için işe başladık. Sipariş almak güzel; ama bu kadar ütüyü imal etmek için sermayemiz yeterli değil. Ama bize güvenenlerin sayesinde ‘Parayı satıştan sonra verirsin’ dediler… 100 ütü 2 ayda tamamladık… Daha sonra yine talep üzerine ütü presleri yapmaya başladık.

Türkiye’de girişimciliği nasıl buluyorsunuz? Türkiye’de girişimci bir ruh hakim mi yoksa gittikçe azalıyor onun yerine atalet mi geliyor?

Türk insanı girişimci

Türkiye’de ve Türk insanında girişimcilik ruhu hakim tabiki. Son yıllarda girişimcilikte bir azalmadan bahsedilse de ben aksini düşünüyorum. Tüik yayınladığı istatistik verilerine bakıldığında da her ay Türkiye’de 3.500 – 4.000 civarında yeni firma kurulduğu görülüyor.

Ayrıca yeni iş sahası ve yeni teknolojiler geliştirme konularında da Türk firmaları son derece girişimci davranıyorlar. Şirketlerin Ar-Ge’ye yaptıkları yatırımların birkaç yıl öncesine göre ikiye katlanması, TÜBİTAK’a sunulan Ar-Ge projelerinin de hızla artması bunun göstergeleridir. Ancak devletin girişimci firmaları biraz daha fazla desteklemesi ve teşvik edici olması gerekmektedir. Bu konuda biraz eksik kalıyoruz.

Girişimci olmak sizin için ana kriterler nelerdir?

En önemlisi kişinin yaptığı işi çok sevmesi ve sıkı çalışması.  Ondan sonra da cesaret, sabır, kararlılık, devamlılığa inanç ve ileri görüşlülük diyebilirim.

Sizi başarıya götüren ana sebep kararlı olmanız mı? Yoksa inanıp sevmeniz mi? Ya da her ikisi mi? kısaca sizi başarıya götüren güzel sebepler nelerdir?

Her ikisi de diyebilirim. Dediğim gibi insan öncelikle yaptığı ya da yapacağı işi çok sevmeli, yaptığı şeye ve başarıya sonuna kadar inanmalı. Ve bunula beraber de yürüdüğü yolda kararlı, azimli ve sabırlı olmalı. Zorluklar karşısında hemen vazgeçmemeli. İşin sonuna kadar takipçisi olmalı. Ve tabi sonuçta elde edilen başarıdan dolayı mutluluk ve gurur duyulmalı.

Yıllar önce İstanbul’a gelmiştiniz şimdi aynı yaşta olsanız ve sene 2010 olsa yine aynı şeyi yapmaya cesaret eder misiniz? Yani aaa şimdi ki aklım olsa yok öyle yapmazdım, mı dersiniz?

Sanırım biraz tereddüt ederdim. Zira o zamanki şartlara göre bugün gerek Türkiye’de gerekse Dünya’da artan ve acımasızlaşan rekabet ortamı gerçekten insanı girişimcilikten alıkoyacak düzeyde. Örneğin; benim işe başladığım yıllarda Türkiye’de sanayi tipi ütü imalatı hiç yoktu. Bu işi ilk yapan ben oldum. Ama bugün aynı işi yapan belki 100’ün üzerinde irili ufaklı firma oldu. Elbette bu ortamda başarı elde etmek 40 yıl öncesine göre daha zor. Bu da yeni bir işe girmeyi olumsuz etkiler.

Gençlerimiz üniversiteden mezun olur olmaz yüksek maaşla bir iş veya iş olsun da maaş önemli değil deyip daha okul bitmeden iş telaşına düşüyorlar. Girişimci olan pek az.. Sizce bu nasıl değiştirilebilir?

Üniversitelerdeki eğitimin piyasa ayağı eksik kalıyor

Evet, maalesef böyle bir durum var. Ama bunun en önemli sebebi üniversitelerde verilen eğitim ve kültürün gençleri maaşlı bir işe yatkın hale getirmesidir. Yani çözüm yine eğitim sisteminin iyileştirilmesi ile mümkün. Üniversitelerde insanları girişimciliğe özendiren, proje gerçekleştirme bazlı bir eğitim verilmeli. Gençler ortaya yeni birşey çıkarmayı, zorluklarla mücadele etmeyi ve birbirleri ile rekabete girmeyi daha okulda öğrenmeye başlamalı.

Kazan kazan diye sayın başbakanımızın dillendirdiği güzel bir söz var hani.. Ben maaşımı bilirim iş veren ne yaparsa yapsın zarar eder kar eder beni ilgilendirmez demeyip o kazanırsa bende kazanırım  demek şu anda gündemde siz ne dersiniz?

Kazan kazan formülünü iş hayatına uygulamalıyız

İş hayatındaki işçi-işveren ilişkileri ile siyasi çıkar ilişkileri biraz farklı aslında. Sayın Başbakanın siyasi literatürümüze kattığı kazan-kazan politikası elbette ülkeler yada kurumlar arasında daha çok fayda sağlamış olabilir. Ancak çalışan bireylere, işçiye bu bilinci aşılamak çok zor. Bireyler genelde çok kısa vadeli hesaplarla hareket eder. Yani o günkü, o ayki kazancı ile ilgilenir. İşverenin vergisi, kriz vs bunlarla ilgilenmek istemez. İşverenin burada yaşadığı zorluğu iyi anlamak lazım.

İş ahlakı konusunda neler söylenebilir? Yani tamam kazanıyoruz ama nasıl kazanıyoruz, kar ediyoruz ama nasıl kar ediyoruz? Kızarak, dökerek, üzüntü vererek mi? Gerek eve, gerekse iş ortamına.. Sizce nasıl bir iş ahlakı iş dünyasında hakim olmalı?

İnsan hangi işi yapıyor olursa olsun bir kere prensip sahibi ve tutarlı olmalı. Sonra sözünde durmalı, tutamayacağı sözü vermemeli, verdiği sözü de ne pahasına olursa olsun yerine getirmeli. Piyasada itibar ve kredi sahibi olmak paradan çok daha önemlidir. En önemlisi de empati kurabilmeli, kendini karşısındakinin yerine koyabilmelidir. Özellikle tedarikçilerle ilişkilerde, size iş yapan insanların ne şartlar altında sizin için mal veya hizmet sunduğunu unutmamalısınız. Eğer bunu yapabilirseniz size bütün kapılar açılır.

MÜSİAD’a neden üye oldunuz? Üye olma sebebiniz yardım etmek mi, yoksa bilgi ve tecrübelerden istifade etmek mi?

Her ikisi de diyebilirim. Hem çevreme yardım etmek gibi manevi bir misyonu yerine getirmeye çalışıyorum, hem de bu üyelikten gerçekten çok büyük faydalar gördüm. MÜSİAD özellikle benim yurt dışına açılmamda ve ürünlerimizi bugün 76 ülkeye ihraç ediyor duruma gelmemizde çok önemli bir faktör olmuştur. Bu da o çevrede birlikte olduğumuz arkadaşlarımızın tecrübelerinden faydalanarak oldu diyebilirim. Şimdi bugün biz de diğer yeni üye arkadaşlara tıpkı bize yapıldığı gibi teşvik ediyor, onlara tecrübelerimizi aktarıyoruz.

Japonya’da moral eğitimi altında iş dünyasında eğitimler veriliyor… Türkiye’de de bu şekilde moral eğitimi veya kişinin kendini tanıması adı altında eğitimler verilmeli mi?

İş ortamında manevi eğitime önem verilmeli

Kesinlikle, manevi tatmine yönelik benzer moral eğitimlerinin Türkiye’de de olması ve yaygınlaşması gerektiğine inanıyorum. Para herşey demek değil. Önemli olan kazandığınızı sevdiklerinizle beraber ve sizi manen de tatmin edecek şekilde değerlendirebilmek. Bunun da yolu eğitimden geçiyor. Ayrıca bu eğitimler de yeni bir iş sahası fırsatı doğurur, bazı kimselere iş imkanı sağlar. Girişimcilik fırsatları görmekle başlar.

Peki, siz kendinizi nasıl geliştirdiniz?

“Bir şey bilmiyoruz. Tezgâhın başında ‘tornada çalışıyoruz. Tabi bunun paralelinde ticareti, muhasebeyi, pazarlamayı, satın almayı da bilmek mecburiyetindeyiz. İhracat konusunda da hiç bir bilgim yoktu. Tanıdığımız, bir müşterimizin vasıtasıyla tanıştığımız bir ihracat firmasına dedik ki ‘bize olan talepler var. İhracat yapmak istiyoruz. Ama işi-bilmiyoruz. Sizini üzerinizden ihraç edebilir miyiz? Onlar da bize yüzde 10 pay verirseniz olur dedi. “Arabistan’a, Irak’a, birçok Ortadoğu ülkesine ihracat yaptık onların aracılığı ile.”

Günümüzde firmalar banka banka gezerek kredi peşindeler, 50 TL sermayeleri varsa 200 TL’lik işe girip kredi peşinde koşuyorlar, doğru buluyor musunuz?

Bankaya uğramadan büyüdük

Biz bugüne kadar hiç bir şekilde borç para, bankanın kapısını çalmadık. Sermayemizi kazandık, işe yatırdık. Hiç bir zaman küçülmedik, hep büyüdük. 100 kişiden 99 kişiye hiç inmedik. Sözümüzde durduk. Sattığımız malın da hep arkasında durduk, servis ve hizmet olarak.” ‘Ani karar veren biriyim. Tutmayacağım bir sözü vermeyip, verdiği sözü de tutmayı hep düstur, edinmişimdir yıllarca. Çabuk ve pratik karar veren bir kişiliğe sahibim; Bazen ani karar verdiğim durumlarda yanılabiliyorum. Ama bazen de bu bizim lehimize oluyor. Ani verilen karar isabetli oluyor ve o zaman biz bir adım öne geçiyoruz. Ama çocuklarıma karar verirken ani karar vermeyin diyorum.

Fahri Sarrafoğlu bizler adına merak etti ve sordu

Not: Bu röportaj www.dunyabizim.com sitesinde yayınlanmıştır.

Yorum yapın