MEDYAYA ÇOK İŞ DÜŞÜYOR!

Bilim niye ‘ulaşılamaz’ olsun ki?
Bilim âşığı, İslam bilim müzesinin kurulması için gayret edenlerden Kemal Çiftçi ile sizler için Fahri Sarrafoğlu konuştu.

24 Haziran 2010 Perşembe 14:00

Bilimin Penceresinden ve Uzayda Hayat Var adlı kitapların sahibi Kemal Çiftçi Türkiye’de bilimin sevilmesi için uzun yıllar uğraş verenlerden… Hatta bu uğurda büyük çaba sarf edip ‘İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin kurulması için yıllardır hem yazıları ile hem de fiilî olarak destek verenlerden birisi. (Bu arada müze Gülhane Parkı içerisinde, hâlâ görmediyseniz mutlaka görmenizde fayda var.) Kemal Çiftçi ile yaptığımız söyleşide ilginç bir ayrıntı var ki anlatamadan geçemeyeceğim. Çiftçi Türkiye’de ilme ve bilime önem verilmesi gerektiğini bakın şöyle anlatıyor: “Japonya yenilir. Sonuç olarak tüm eğitim kurumlarına da el konulur. Yani artık Japonya’da geleneksel eğitim yapılmayacaktır. Bunun üzerine Japon İmparatoru bir açıklama yapar ve der ki: ‘Tüm işçiler işe sabah 2 saat erken başlayacak ve akşam da 2 saat erken bitirecek. Ama bu 4 saatte geleneksel eğitimi fabrikalarda, çalıştıkları yerlerde öğrenecekler.’ İşte bu şekilde Japonya kendi geleneksel eğitimden ve bilimden taviz vermeyerek bugünkü Japonya oldu.”


Çiftçi bilimi sevdirmek için neler öneriyor, yurtdışındaki dil eğitimi hakkında ne düşünüyor… İşte röportajın ayrıntıları…

Türkiye’de bilime verilen önem hakkında neler diyebiliriz?

Son yıllarda bazı gelişmeler var. Genel bütçeden AR-GE’ye ayrılan pay her geçen yıl artmakta. Bu konuda TÜBİTAK’ın da önemli araştırma destekleri var. Ancak hâlâ istenen seviyeye geldiği söylenemez.

Gençlere bilimi nasıl sevdiririz? Bilimi sevdirmek için neler tavsiye ediyorsunuz?

Özellikle medya bu konulara çok duyarsız. Başta TRT olmak üzere, basın yayın kuruluşlarının bilim programlarına ve haberlerine yer vermek suretiyle kamuoyunda gündem oluşturmaları gerekiyor. Okul müfredatlarında da değişikliğe ihtiyaç var. Bilimi sevdirmeye ve merak uyandırmaya yönelik dersler okutulmalı. Öğretmenlere bu konularda özel seminerler verilmeli. Araştırma ruhu çeşitli ödüllerle teşvik edilmeli.

Bizde bilim denince, ‘ulaşılamayan’, sadece zekilerin okuduğu ve/ya anladığı bir şey anlaşılıyor. Bilimin ‘ulaşılamaz’ gibi gösterilmemesi için neler yapılmalı?

Bu önemli bir problem. Bilim, fildişi kulelerde yaşayan, bir takım tuhaf insanların yaptığı bir etkinlik gibi lanse ediliyor. Oysa bilim hayatımızın içinde. Gündelik yaşantımızda, sağlık problemlerimizin aşılmasında… Her anımızda bilim ile iç içe yaşıyoruz zaten. Karşılaştığımız tüm problemlerin çözümü de bilimde. Gelişmiş ve medeni toplumlar sorunlarını bilimle çözerken, bilimden haberi olmayan toplumlar ise kaba kuvveti bir çözüm yolu olarak görüyorlar. Bu bilinci özellikle çocuk yaştan itibaren insanımıza vermeye çalışmalıyız.

Bilimin Penceresinden adıyla bir kitabınız var. İnsan ve Kâinat dergisinde de uzun yıllar görev yaptınız ve en son TGRT’de yine bilimle ilgili programınız vardı. Tecrübelerinize göre, medyanın bu konuda yapması gerekenler nelerdir kısaca?

Medyanın bu konuya ilgi duyması ve doğru tavır koyabilmesi için uzmanlaşmış gazetecilere ihtiyaç var. Bu anlamda bizde ciddi bir eksiklik var. Her gazeteci her türlü haberi yapamaz. Nasıl polis muhabiri, ekonomi muhabiri, spor yazarı varsa, bilim muhabirleri ve yazarları da olmak zorunda. Her medya kuruluşunda bu tür uzmanlar olmalı ve makro politikalarla bilimin gündeme gelmesi için çalışmalar yürütülmeli. RTÜK ve basın meslek kuruluşları da bu konularda öncü ve destekleyici rol üstlenebilirler.

Yurtdışında yabancı dil eğitimine gitmek konusunda görüşleriniz nelerdir? Türkiye’de öğrenilemiyor mu? İlk ve orta öğrenim ve üniversitede, yani 16 sene neredeyse, İngilizce eğitimi haftada 4–5 saat veriliyor. Buna rağmen yine yurtdışına gidiliyor. Bu işte bir gariplik yok mu?

Yabancı dil meselesi, aslında Türkiye’de milli eğitimin çıkmazlarından biridir. Gerçi benzer durum genel anlamda tüm branşlar için söz konusu. Ama sadece yabancı dil konusunu ele alırsak, evvela öğretmenlerin eğitiminden işe başlamak lazım. Çoğunlukla kullanılan yöntemler yanlış. Sadece gramer öğretmekle dil öğrenilemez. Zira dil, pratik bir beceriye dönüşmediği sürece bir faydası olmaz. Tıpkı araba kullanmak, yüzmek gibi bir faaliyet. Yüzmeyi masa başında veya tahtada öğretebilir misiniz? Yüzme nasıl denizde öğrenilirse, dil de mutlaka doğal ortamda öğrenilmeli. Bundan sadece yurt dışını kastetmiyorum. Yurt içinde de dil öğrenilebilir. Ama doğru yöntem ve doğru hocalarla… Ve motivasyon çok önemli… Ayrıca herkesin dil öğrenmesi de şart değil. Herkese yarım yamalak öğretmektense, bu işe gerçekten ilgi duyan az sayıda insana kaliteli bir dil eğitimi vermek daha hayırlı bir iş olur.

Bilimin Penceresi kitabınızda geçiyordu, şark için normal diye bir diploma var; yani kendi öğrencileri için işi daha sıkı tutarken Avrupa dışından gelen öğrenciler için ‘onlara bu kadar yeter’ diye daha farklı ve yüzeysel eğitimler veriliyor. Acaba bizim yurtdışına eğitime giden öğrencilerimiz ciddi bir eğitim alıyorlar mı yoksa yine aynı diplomayı mı veriyorlar?

Bu, gittiğiniz ülkeye ve üniversiteye göre değişiyor. Biraz da sizin imkân ve beklentilerinizle ilgilidir. Şuurlu insanlar çok iyi üniversitelerde ciddi eğitimler alabiliyorlar. Ama sadece paranın gücüne güvenenler, sıradan okullarda, etiket olsun diye diploma alabiliyorlar. Batı, insanların bu zaafından yararlanarak tatlı paralar kazanıyor.

Sizin de kurucusu olduğunuz BSF Akademi’de bir konuşma yapan Prof. Dr. Nejat Veziroğlu “YÖK’ü kapatmalıyız” demişti. Sizce YÖK kapatılmalı mı gençlerin önünün açılması için? Yani eğitim konusunda YÖK biraz fazla mı muhafazakâr?

Bugünkü YÖK başkanı da aynı şeyleri söylüyor. YÖK, tek-tipleştiren bir kurum olarak üniversitelerin önünü kapatıyor. Oysa burası merkezî otorite olmaktan çıkıp, sadece koordinasyon ve danışmanlık yapan bir kurum olabilir. Zira bilim, emir-komuta ile yapılacak bir iş değil. Bilim insanları özgür ortamlarda verimli olurlar.

İş dünyasına seslensek biraz. Burs veriyorlar ama sadece olayı zekât-sadaka olarak görüyorlar. Sizce bu konuda kendisine lazım olacak elemanı neden iş dünyası yetiştirmiyor ya da farkında mı değil?

Bence bu çok önemli bir konu. Geleceğe yönelik insan yetiştirmenin formülleri bulunmalı. Sadece para vermek yetmez. Doğru kişiye ve doğru zamanda para vermek lazım. Belli kritik alanlar seçilebilir. Özellikle de medya çok önemli bu anlamda. Geleceğin gazetecilerini, geleceğin bilim insanlarını, geleceğin araştırmacılarını iş dünyası yetiştirebilir. Onların gelişmesine ciddi katkılarda bulunabilir. Bu çok stratejik ve milli bir görev. Aynı zamanda iş dünyası için elzem. Ülkemizde çok sayıda işlenmemiş genç beyin var. Bunlara doğru bir şekilde sahip çıkılırsa yarının kadroları bunlar arasından çıkabilir. Burada sayı da çok önemli değil. Az sayıda üstün kaliteli insan, toplumda ve dünyada çok şeyi değiştirebilir. Tarihte olduğu gibi, yarın da böyle olacaktır.

Fahri Sarrafoğlu konuştu

Yorum yapın