Dibek taşında dövülen ne ?

Yazan: Fahri Sarrafoğlu

Kaç gündür canı sıkkındı, şöyle sessiz sakin bir yere gidip bayram tatilini öyle değerlendirmeyi düşündü. Şehirden, yakınlarından kaçmak istiyordu. Kafasının içi o kadar doluydu ki, eşi, çocuklar, iş derken herkese yetişmeye çalışıyor ama kendisine zaman ayıramıyordu. Üstelik hiç kimse de memnun olmuyor,  hep daha, hep daha istiyordu.

dibek taşı esas

Arabaya bindi ve tek başına şehrin dışına doğru sürdü arabayı. Nereye gidiyor, nereye gidecek bilmiyordu. Sanki araba onu bilinen bir yere götürüyordu. Epey bir müddet gittikten sonra küçük bir köye girdi. Köye girdiğinde akşam vaktiydi ve karanlık basmıştı. Köy çeşmesine giderek, elini yüzünü yıkamayı düşündü. Kimseyi tanımıyordu, biraz dinlenirim belki arabada uyurum diyordu. Çeşmeyi buldu, yüzünü yıkadı. Kendine geldi, rahatladı. Tam o sırada arabaya doğru giderken, arkasını döndüğünde yaşlı bir karı kocayı gördü. Birden şaşırdı onları öyle görünce. Öyle ya az önce orada yoklardı ki… Yaşlı karı kocanın yüzleri gülüyor, neşeli ve huzur dolu bir halleri vardı.  Tebessüm ederek bu gence bakıyorlardı. Evladım hoş geldin, dedi, yaşlı amca.  Genç hoş bulduk dedi ve niye geldiğini, derdini, sıkıntılarını sanki bir bilge kişiye, ya da kırk yıllık dostuna anlatıyor gibi, kısaca anlattı. Kendisi de şaşırdı, onlar bir şey sormamıştı ki. Neden, kısa bir süre içinde hayatını hemen özetleyivermişti, ama anlatmıştı ve rahatlamıştı işte. Kendini hafif hissediyordu.

Yaşlı karı –koca hiçbir yorumda bulunmamış sadece gülümseyerek dinlemişlerdi. Bu sefer yaşlı nine konuştu. Gel evladım bizimle dedi, genç sessizce onları takip etti. Köyün meydanına doğru geldiklerinde kalabalık insan topluluğunu gördüler. Sıraya girmişler ellerinde tokmak ve “SOKU” denilen (dibek taşı) taşın içine ahşap tokmağı karşılıklı vurup duruyorlardı.  Bu arada hem vuruyorlar hem birbirleri ile kavga ediyorlar, sataşıyorlar, ağız kavgası yapıyorlardı.

Genç şaşırmıştı, bu insanlar niye kavga ediyorlar, ne için kavga ediyorlardı, o yuvarlak taşın içinde ne vardı ki insanlar onu dövüyorlardı. Buğday olmalıydı ki bulgur yapmak için diye düşündü. Garip olan ise ne yaşlı karı kocayı ne de kendisini bu insanlar görmüyorlardı.  Genç merakla “dibek taşının”  içine baktı. Ve şaşkınlıktan ağzı açık kaldı!

İye de dibek taşın içinde neyi dövüyorlardı bu insanlar? İçinde hiçbir şey yok, ne buğday vardı, ne de bulgur….

Meraklı gözlerle yaşlı karı-kocaya döndü bir cevap bekliyordu ..

“Yaşlı adam ağır ağır konuşmaya başladı:

“İşte evladım dedi, biz her gece buraya gelip bu sahneyi izleriz. Bu insanlar buraya gelip boş dibek taşını döverler, hiçbiri de fark etmez ki dibek taşının içinde buğday yok. DÖVDÜKLERİ SADECE boş hayalleri-boş kuruntuları- boş kaygıları –zamanları- sıhhatleridir. Sabah olunca da elleri boş boş hüsrana uğramış bir şekilde giderler. İşin garip olanı ise akşam olduğunda sanki bir önceki geceyi hiç hatırlamazlar yine gelip aynı şekilde boş dibek taşını döverler.

Kısaca:  İnsanoğlu aslında kendinin farkında olsa, 24 saatinin büyük bir kısmını israf ettiğini fark edebilir. 24 saatinin büyük bir kısmı sadece kaygıları düşünmekle-korkuları ile cebelleşerek geçiriyor. Ve kendimizi “dibek taşında” kendi ömrümüzü döverek buluyoruz.

Boş Hayaller Kurmayacaksın!..
Ne olmasını bekliyorsun?
Hayatın sana ne sunmasını bekliyorsun?
Dün akşam hayalini kurduğun şeylerin, sabah olunca gerçekleşeceğini mi umuyorsun?
Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın!
Sistem böyle çalışmıyor!
Düşünce gücü, metafizik, parapsikoloji, yoga, meditasyon,
aklına her ne geliyorsa, neye inanıyor ve peşinden gidiyorsan, hepsi bir yerde tıkanıp kalacaktır!

(Can Yücel) 

Yorum yapın